Kayıkçı Keloğlan Masalı

Bir varmış bir yokmuş. Uzak diyarlarda, deniz kıyısında güzel bir ülke yer alırmış. Bu ülkenin padişahının bir kızı ve bir oğlu varmış. Padişah, çocuklarını çok severmiş; her isteklerini yerine getirirmiş. Fakat zamanla aklına bir düşünce gelmiş: “Ben yaşlandım, bir gün bu ülke oğluma kalacak. O memleketi iyi yönetebilsin, halka adaletli olsun diye bilgili ve erdemli biri olmalı.”

Bunun üzerine padişah vezirini çağırmış ve ülkenin dört bir yanına bildiri göndertmiş: “En bilgili, en dürüst insanlar saraya davet edilsin; oğlum onlardan dersler alsın.” Vezir bu teklifi memnuniyetle kabul etmiş. Hocalar çağrılmış, dersler başlatılmış. Fakat padişahın oğlu bu fikre hiç sıcak bakmamış. Oyun, eğlence, at koşturmak, günün her saati sokakta dolaşmak oğlu için çok daha cazipmiş. Ders etmek mi? Ne gerek varmış, düşünürmüş. “Babam okuma yazma bilmiyor ama memleketi idare ediyor, halk seviyor” dermiş kendine.

Günlerden bir gün, şehzade sarayın bahçesinde dolaşırken bir ağacın dibinde uyuyan bir delikanlı görmüş. Elbiseleri yırtık, saçları dağınıkmış. Şehzade onu uyandırmış ve sormuş:

— “Sen kimsin, sabah sabah burada uyuyorsun, derdin yok mu?”

Delikanlı doğrulmuş, başıyla eğilmiş, “Ben Keloğlan’ım efendim, sarayın kayıkçısıyım,” demiş. Şehzade şaşmış:

— “Kayıkçı mı? Peki senin derdin yok mu, dermanın yok mu?”

Keloğlan gayet sakin bir sesle demiş ki:

— “Her insanın derdi vardır, ama dermanı da vardır. Derdini söylemeyen bulamaz, söyleyen arar — işte ben dermanını arayanlardanım.”

Şehzade, Keloğlan’a derdini anlatmış: “Beni derslere soktular, ben yapmak istemiyorum ama mecburum. Sen benim yerime derslere gir, ben de senin yerinde keyfime bakayım.” demiş.

Kayıkçı Keloğlan önce korkmuş, “Padişah bunu öğrenirse beni öldürür,” demiş. Ama şehzade ısrar etmiş. Keloğlan çaresiz kabul etmiş. Öylece günbegün dersler Keloğlan tarafından alınmaya başlanmış. Şehzade kayıkla gezip dolaşırken, Keloğlan da sınıfta hocalardan ilim öğrenmeye başlamış. Zamanla her dersin inceliklerine vakıf olmuş; tarih, edebiyat, matematik, astronomi, yönetim sanatı… Hocalar görmüş ki “Efendi” denilen kişi pek çalışmıyor, ama Keloğlan giderek çok bilgili olmuş.

Bir gün dersin ortasında padişah sınıfa gelmiş. Fakat öğrenciyi görünce şaşmış: “Bu kim? Şehzadem nerede?” demiş. Hocalar kısaca “Efendimiz burada” demişler. Padişah inanamamış. Keloğlan seslenmiş, her şeyi açıkça anlatmış: Şehzade ders istemezmiş, beni yerine koydular, ben dersleri kendi isteğimle, hırsla alıyorum diye…

Padişah ilk başta öfkelenmiş, gözleri kızarmış. “Seni öldüreceğim!” demiş. Ancak Keloğlan demiş ki: “Efendim, bugün imtihan var; önce sınavı yapın, sonra karar verin.” Padişah biraz duraksamış ama kabul etmiş. İmtihan günü gelmiş: yabancı bilginler ülkeye getirilmiş, sorular zor, sorular derinmiş. Keloğlan, usulca sınava girip soruları büyük bir dikkatle cevaplamış; bilgisi, anlayışı herkesi şaşırtmış. Hocalar ve bilginler onun cevaplarına hayran kalmış. Sınav sonrası salon boşalınca elinde sınav kağıdı ile padişah ve vezir kalmışlar.

Keloğlan Masalları Oku

Tam bu sırada şehzadın kızı gizlice salona girmiş. Babasına yalvarmış: “Baba, onu öldürme! O kadar çalıştı ki, bilgisiyle herkesi mest etti. Lütfen bağışla onu.” Padişah, kızının bu gözyaşlarına dayanamayarak Keloğlan’ı affetmiş. O günden sonra Keloğlan, vezir değilse de padişah tarafından önemli görevlerle ödüllendirilmiş; halk tarafından da sevilen biri haline gelmiş. Sonunda Keloğlan ile padişahın kızı evlenmiş, ülkeyi adaletle yönetmişler.

Ve işte güzel masal buraya kadar varmış.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu