Tilki ve Üzümler Masalı
Bir zamanlar güneşin sıcak ışıkları ormanı yavaşça ısıtırken, karnı zil çalan bir tilki düşünüyordu: “Bugün ne yesem acaba?” Uzun zamandır tek bir lezzetli yiyecek bile bulamamıştı. Hava da sıcak, adeta bir fırın gibi her yanı kavuruyor, ormanı susuzluk ve açlıkla dolduruyordu. Tilki, sesini duyuran midesini dinleyerek bol yapraklı patikalarda ilerledi. Biraz su bulur belki diye umuyor, ama baktıkça bozuk meyveler, solmuş meşe palamudu ya da kemirilmiş kemikler dışında hiçbir şey göremiyordu.
Derken uzaktan mis gibi bir tat yeniden doğdu: olgun üzüm salkımları. Tilki önce gözüne inanamadı; dalların üzerinden süzülen mor, parlak, sulu üzümler ışıl ışıldı. Bir üzüm yese belki midesini mutlu edebilirdi. Karnı yine gürledi; az daha sabrettiğini düşündü. Fakat üzümlere ulaşmak hiç de kolay olmayacaktı.
Yanına bir taş koyarak zıpladı: “Bir… iki… üç!” ama başaramadı. Tekrar denedi: “Zıplıyorum ama tam değemedim.” Birkaç savurma hamlesiyle yere düştü. Biraz geri çekilip ayağa kalktı. Yine zıpladı. Defalarca… Olumsuz neticeyle tekrar tekrar denemelerine rağmen üzümler hep dalın uçlarındaydı, hep aynııdırmışçasına kaçıyor gibiydiler.
Yorgundu artık; dili dışarı fırlamış, ter içinde kıvrılmıştı. Her seferinde ne kadar yaklaşmış gibi olsa da, uçsuz bucaksız yükseklikte durdular. Tilki derin bir nefes aldı. Karnını tutmaya çalışıyor, ama susuzluk ve açlık herkese hasret bırakıyordu. Yine de denemekten vazgeçnedi. Tekrar bir güç toplayarak zıpladı. Yoktu! Sonunda o da kendini eve kapatmış gibi yere yığıldı. Karnı gurulduyor, soluğu kesilmiş, gözleri hafifçe kararıyordu.
O esnada düşünceler zihninde dans etti. “Belki de bu üzümler ekşidir,” dedi kendi kendine. “Belki de tadı berbat, bozulmuş, koruk dediğimiz tatsız şey…” Böylece kendini teselli etmeye çalıştı. Yavaş yavaş üzümleri kötülemeye başladı: “Bu üzümler aslında çok da olgun değil,” diyerek onları küçümsemeye başladı. Bu sözlerle hem kendine hem sahip olduğu onura inat, gururuna hitap edercesine konuşuyordu.
Sonra gölgesine doğru yöneldi, içinde bir hafiflik hissetti. Sanki kalbinde bir yük yerini rahatlamışlığa bırakmıştı. Oradan ayrılmaya karar verdi. Döndü ve son kez baktı. “Zaten ekşidir,” dedi, kendinden emin, gururlu. Yavaşça omuzlarını dikleştirerek uzaklaştı.
Bu yaşadığı, ulaşamadığı şeyleri küçümseyerek kabullenmekti. Ama bazen gerçek şu ki, erişemediğimiz şeyleri kendimize daha az çekici göstermek daha kolaydır. İşte, üzümleri hakikaten tatmadı ama başka biri gelseydi, gönül rahatlığıyla yerdi belki de.